Jane Austen

Jane Austen

Küçük yaşlarda aile içi bir eğlence olması amacıyla yazılar kaleme almaya başlayan Jane’in, düzensiz bir eğitim hayatı oldu. Genellikle evde ders alan yazar, 1783 yılında Oxford‘da, sonrasında Southampton‘da eğitim aldı. 1785 ve 1786 yılları arasında ise, Berkshire‘deki kilise evinin bünyesinde bulunan, bayanların katıldığı bir okula devam etti. Özellikle bu dönemlerde ciddi anlamda yazın çalışmalarına girişti. Austen’in bilinen ilk yazıları, 1787 yılına dayanıyordu. Genellikle gündelik olayların ironisini, basit ve günce tadında, hikayesel bir anlatımla kağıda döktü. Yaşadığı döneme göre, diğer bayanlara kıyasla oldukça donanımlı eğitim almasının da etkisiyle Austen, önceleri bir hobiden ibaret olan yazın çalışmalarını, zamanla bir meslek haline getirdi.

Bu hevesin farkına varan babası, Jane’in rahat çalışabilmesi için gereken tüm ihtiyaçlarını karşılamakla beraber, bir yayımcı bulmak için kızına yardım etti. Ailenin diğer bireyleri de, kaynak bulma, hikayeleri aile içinde sahneleme gibi konularda yardımını esirgemedi. Tüm bu olumlu koşullar altında, ilk romanını 1789 yılında tamamladı. Ancak baba George Austen’in emekliliğinin ardından, 1801‘de, Jane’in piyanosu da dahil olmak üzere tüm mal varlıklarını satışa çıkararak Bath‘e yerleşen aile, o döneme göre evlenme yaşını neredeyse deki Cassandrayı da yanında götürdü. Kendisine birçok konuda ilham kaynağı olan, kaplıcalarıyla ünlü Bath, Jane için birçok romanının altyapısını kurguladığı yer oldu. 1805‘te babasının vefat etmesiyle birlikte annesi ve kızkardeşi Cassandra’yla beraber, Southampton’da yaşayan erkek kardeşi Frank’in yanına taşındı. Ailenin bayanları birkaç yılı burada geçirdikten sonra, 1809‘da, diğer ağabey Edward’ın yanına, Chawton‘a yerleştiler. Burada ailenin diğer bireylerine nazaran daha iyi koşullarda yaşayan Edward, -günümüzde müzeye çevrilmiş olan- yazlık evini annesi ve kardeşlerine tahsis etti.

Chawton’da, diğer yaşadığı yerlerden daha rahat ve güzel bir yaşam süren Austen’in sosyal yaşamı aktif hale gelmeye başladı; duygusal dünyasını besleyen deneyimleri oldu. Orta zenginlikteki toprak sahibi soylularla sosyal ilişkiler kurdu ve bu insanları zamanla farklı şekillere sokarak romanlarındaki karakterlerinden biri haline dönüştürdü. Başlıca yapıtlarını burada kaleme alan Austen, özellikle “Sense And Sensibility” romanının kahramanları olan, yoksullaşmış bir aileden gelen Marianne ve Elinor‘un, finansal durumu iyi, soylu bir eş bularak geleceklerini garantiye alma özlemini hikayelerken, kendisi ve kızkardeşi Cassandra ile ailevi durumlarını özdeşleştirmişti bir anlamda. Jane ve Cassandra da iyi bir evlilik yapmak istiyordu; ailelerinin ciddi ekonomik sorunları vardı ve toplumsal bir baskıyla, civardaki soylu ailelerle tanışarak eş bulma çabasına girmişlerdi. 1811‘de yayınlanan bu roman, bazı kaynaklara göre, 1795‘ten önce “Elinor and Marianne” adlı bir skeç halinde yazılmıştı ve aslında Jane ile Cassandra’nın birbirlerine gönderdikleri mektuplardan derlenip hikaye haline getirilmişti.

Austen romanlarında öne çıkan en önemli nokta, başrolleri hep bayanlara vermesi ve hikaye bitmeden mutlaka kahramanlarını evlendirmesiydi. 1813‘te yayınlanan ünlü “Pride and Prejudice” in baş kahramanı Elizabeth Bennet‘ti ve genelde bayanlardan oluşan, kalabalık, soylu sayılamayacak bir aileye mensuptu. Elizabeth’in karşısında ise, Fitzwilliam Darcy adında, güçlü bir toprak soylusu bulunuyordu. Austen, kahramanlarının neredeyse nefretle başlayan ilişkisinin aşka dönüşünü, toplumsal olgulara yönelttiği hicivsel anlatımıyla hikayelemişti. Elizabeth ve onun kızkardeşleriyle, dönem bayanlarının evlilik buhranını bir başkaldırıya dönüştürmüş; Darcy’yle de toplumun önyargısal bakış açısının eleştirisini yapmıştı. Ancak yazar yapıtın sonunda, yine kahramanlarını mutlu sona erdirmişti. Austen’in ilk olarak 1797 yılında “First Impressions” adıyla kaleme aldığı bu “klasik” eser, yazar hayatteyken üç defa basıldı. 1998 yılında, yazarın ailesine yönelik anlatılarından yola çıkan Teddy F.Bader, bu romanın neredeyse bir yan versiyonu olan “Desire and Duty”yi yazdı.

Yazarın yine önemli yapıtları arasında yer alan “Emma” 1814 yılında kaleme alındı ve 1816‘da üç cilt halinde basıldı. Komedi dilinde bir anlatıma sahip olan romanın baş kahramanı, Emma Woodhouse‘dı. Yazar bu kitabında, kendine refah seviyesi yüksek bir hayat sağlayabilecek ve aşık olabileceği bir erkekle evlenmek amacı güden Emma’nın, bu yolda yaşadığı süreci ele almıştı.

1816 yılında sağlığıyla ilgili sorun yaşamaya başlayan Jane Austen, ertesi yıl tedavisi için Winchester‘a taşındı. Bugün Addison hastalığı olarak bilinen ve tüberkiloza çevirme riskiyle ölüm tehlikesi olan hastalığın, o dönemde nedeni, gelişim süreci ve tedavisi bilinmiyordu. Hastalıkla daha fazla başa çıkamayan 41 yaşındaki Jane Austen, 12 bölümünü yazdığı “Sanditon” adlı kitabını tamamlayamadan, 18 Temmuz 1917‘de hayatını kaybetti ve cenazesi Kanada‘ya defnedildi (Yazarın hayatını ayrıntılı inceleyerek biyografisini yazmış olan Carol Shields‘e göre, ünlü yazarın hastalığı meme kanseriydi).

Evliliklerin, bayanların toplumdaki statülerini belirlediği bir dönemde yaşayan Austen, orta seviyedeki bir taşra ailesine mensuptu. Gündelik hayattan aldığımız zevkin komik bir şekilde sosyal statümüzle alakadar olmasını alaya almıştır. İnce nükteleri, dikkatli anlatımı ve sade diliyle, roman türüne modern bir bakış açısı getirmiştir. Dolayısıyla yaşadığı dönemden günümüze değin popülerliğini yitirmeyen eserlere imzasını atmıştır. Özellikle “Pride and Prejudice”, tüm zamanların en sevilen romanları arasında yer almaktadır. Austen ve kızkardeşi Cassandra, hayatları boyunca evlenmemiştir.

Yazarın yine önemli yapıtları arasında yer alan “Emma” 1814 yılında kaleme alındı ve 1816‘da üç cilt halinde basıldı. Komedi dilinde bir anlatıma sahip olan romanın baş kahramanı, Emma Woodhouse‘dı. Yazar bu kitabında, kendine refah seviyesi yüksek bir hayat sağlayabilecek ve aşık olabileceği bir erkekle evlenmek amacı güden Emma’nın, bu yolda yaşadığı süreci ele almıştı.

1816 yılında sağlığıyla ilgili sorun yaşamaya başlayan Jane Austen, ertesi yıl tedavisi için Winchester‘a taşındı. Bugün Addison hastalığı olarak bilinen ve tüberkiloza çevirme riskiyle ölüm tehlikesi olan hastalığın, o dönemde nedeni, gelişim süreci ve tedavisi bilinmiyordu. Hastalıkla daha fazla başa çıkamayan 41 yaşındaki Jane Austen, 12 bölümünü yazdığı “Sanditon” adlı kitabını tamamlayamadan, 18 Temmuz 1917‘de hayatını kaybetti ve cenazesi Kanada‘ya defnedildi (Yazarın hayatını ayrıntılı inceleyerek biyografisini yazmış olan Carol Shields‘e göre, ünlü yazarın hastalığı meme kanseriydi).

Evliliklerin, bayanların toplumdaki statülerini belirlediği bir dönemde yaşayan Austen, orta seviyedeki bir taşra ailesine mensuptu. Gündelik hayattan aldığımız zevkin komik bir şekilde sosyal statümüzle alakadar olmasını alaya almıştır. İnce nükteleri, dikkatli anlatımı ve sade diliyle, roman türüne modern bir bakış açısı getirmiştir. Dolayısıyla yaşadığı dönemden günümüze değin popülerliğini yitirmeyen eserlere imzasını atmıştır. Özellikle “Pride and Prejudice”, tüm zamanların en sevilen romanları arasında yer almaktadır. Austen ve kızkardeşi Cassandra, hayatları boyunca evlenmemiştir.

Yazarın yine önemli yapıtları arasında yer alan “Emma” 1814 yılında kaleme alındı ve 1816‘da üç cilt halinde basıldı. Komedi dilinde bir anlatıma sahip olan romanın baş kahramanı, Emma Woodhouse‘dı. Yazar bu kitabında, kendine refah seviyesi yüksek bir hayat sağlayabilecek ve aşık olabileceği bir erkekle evlenmek amacı güden Emma’nın, bu yolda yaşadığı süreci ele almıştı.

1816 yılında sağlığıyla ilgili sorun yaşamaya başlayan Jane Austen, ertesi yıl tedavisi için Winchester‘a taşındı. Bugün Addison hastalığı olarak bilinen ve tüberkiloza çevirme riskiyle ölüm tehlikesi olan hastalığın, o dönemde nedeni, gelişim süreci ve tedavisi bilinmiyordu. Hastalıkla daha fazla başa çıkamayan 41 yaşındaki Jane Austen, 12 bölümünü yazdığı “Sanditon” adlı kitabını tamamlayamadan, 18 Temmuz 1917‘de hayatını kaybetti ve cenazesi Kanada‘ya defnedildi (Yazarın hayatını ayrıntılı inceleyerek biyografisini yazmış olan Carol Shields‘e göre, ünlü yazarın hastalığı meme kanseriydi).

Evliliklerin, bayanların toplumdaki statülerini belirlediği bir dönemde yaşayan Austen, orta seviyedeki bir taşra ailesine mensuptu. Gündelik hayattan aldığımız zevkin komik bir şekilde sosyal statümüzle alakadar olmasını alaya almıştır. İnce nükteleri, dikkatli anlatımı ve sade diliyle, roman türüne modern bir bakış açısı getirmiştir. Dolayısıyla yaşadığı dönemden günümüze değin popülerliğini yitirmeyen eserlere imzasını atmıştır. Özellikle “Pride and Prejudice”, tüm zamanların en sevilen romanları arasında yer almaktadır. Austen ve kızkardeşi Cassandra, hayatları boyunca evlenmemiştir.

Yazarın ölümünden sonra, Ann Radcliffe‘in Gotik üslupla yazdığı kitabı “The Mysteries of Udolpho” üzerine 1798‘de kaleme aldığı eleştiri notları, kardeşi Henry tarafından derlenerek kitap haline getirilmiş; 1818‘de “Persuasion” ve “Northanger Abbey” adıyla basılmıştır. Özellikle, yüksek sınıfların toplum içi davranışlarını sergileyen komedi üslubuyla romanlarını yazan Austen’in üç baş yapıtı, özünden kopmaksızın sinema senaryosuna uyarlanarak birçok kez filme çekilmiştir. Altı defa beyaz perdeye uyarlanmış olan “Pride and Prejudice”un son versiyonu olan ve en başarılısı kabul edilen filmi, 2005 yılında çekilmiştir. Başrollerinde Keira Knightley (Elizabeth Bennet), Donald Sutherland (Elizabeth’in babası), Matthew Macfadyen (Darcy) ve Judi Dench‘in oynadığı film, Joe Wright tarafından yönetilmiştir. BBC televizyonunda iki versiyon halinde dizisi yapılmış; 1995‘te yayınlanan versiyonu büyük ilgi görmüştür. Ayrıca, 2001 yılında çekilen “Bridget Jones’s Diary” (Bridget Jones’un Günlüğü) adlı ünlü sinema filminin senaryosunun dayandığı kitabın yazarı olan Helen Fielding, hikayenin ana hatlarını ve bazı karakterleri kurgularken, Jane Austen’in bu romanından esinlendiğini belirtmiştir.